Şeker (Diyabet) hastalığı teşhisi

Tip 1 diyabetin ve çoğu tip 2 diyabet vakasının teşhisi, hastaların aşırı miktarda idrara çıkma ve aşırı susamanın yanında çoğunlukla kilo kaybetmeye başlamaktan şikayet etmeleri sonucunda konur. Bu belirtiler gün geçtikçe şiddetlenir. Yeni diyabet teşhisi konmuş hastaların yaklaşık %25’i, diyabet teşhisi konulduğunda diyabetik ketoasidoz da gelişmiştir. Diyabetin öteki tiplerinin teşhisi ise farklı yollarla yapılır. Sıradan bir sağlık taraması sırasında, başka bir tıbbi test sırasında kan şekerinin yüksek bulunması ve görme bozukuluklarının ya da açıklanamayan yorgunluk hissinin ortaya çıkması bunlara örnek olarak verilebilir. Diyabet teşhisi çoğunlukla, hastanın diyabetin sebep olduğu bazı bozukluklardan yakınması ile yapılır. Bunlara örnek olarak, kalp krizi, inme, nöropati, yara iyileşmesinin gecikmesi ya da ayak yaraları, çeşitli görme bozuklukları, çeşitli mantar enfeksiyonları ya da aşırı kilolu ve hipoglisemili çocuk dünyaya getirmek sayılabilir.

Diyabet tekrarlayan ya da kalıcı hiperglisemi ile karakterizedir. Teşhisi aşağıdaki ölçütlere göre yapılır;

  • Açlık plazma glukoz seviyesinin 126 mg/dL (7,0 mmol/l) ya da daha yüksek olması,
  • Oral glukoz tolerans testi (OGTT) sırasında ağızdan 75 g’lık glukoz yüklemesini takip eden iki saat sonunda plazma glukozunun 200 mg/dL (11,1 mmol/l) ya da üzerinde olması
  • Hastanın hiperglisemi belirtileri göstermesi ve rastgele ölçülen plazma glukoz seviyesinin 200 mg/dL (11,1 mmol/l) ya da üzerinde olması
  • A1C ≥ % 6,5

Alınacak herhangi bir pozitif sonuç, eğer ortada belirgin bir hiperglisemi yoksa, yukarıda sayılan testlerden birinin başka bir gün tekrar yapılmasıyla doğrulanmalıdır. Pek çok doktor hem ölçülmesinin kolay olması hem de yaklaşık iki saat kadar süren oral glukoz torans testiyle karşılaştırıldığında çok kısa sürece sonuç verdiği için sadece açlık kan şekerini ölçmeyi tercih eder. Şu an yürürlükte olan diyabet tanımına göre açlık kan şekeri değerinin iki kere 126 mg/dL (7,0 mmol/l) değerinden yüksek olması tip 2 diyabet için teşhis konulmasını gerektirir.

Açlık kan şekeri değeri 100 ile 125 mg/dL (6,1 ile 7,0 mmol/l) arasında olan hastalardaki durum “bozulmuş açlık glukozu” olarak tanımlanır. Ağızdan 75 g glukoz yüklemesini takip eden 2 saatin sonunda kan şekeri değerleri 200 mg/dL’yi geçmeyen ancak 140 mg/dL ya da üzerinde bir değere sahip olan hastaların ise “glukoz toleranslarının bozulduğu” kabul edilir. Bozulmuş açlık glukozu ve bozulmuş glukoz toleransı “gizli şeker” olarak da isimlendirilmektedir. Bu iki “prediyabetik” (diyabet öncesi) durumun ikisi de ama özellikle bozuk glukoz toleransı, hem diyabet oluşumu hem de çeşitli kardiyovasküler hastalıkların oluşması için ana risk faktörüdür.

Açlık kan şekeri değeri 100 ile 125 mg/dL (6,1 ile 7,0 mmol/l) arasında olan hastalardaki durum “bozulmuş açlık glukozu” olarak tanımlanır. Ağızdan 75 g glukoz yüklemesini takip eden 2 saatin sonunda kan şekeri değerleri 200 mg/dL’yi geçmeyen ancak 140 mg/dL ya da üzerinde bir değere sahip olan hastaların ise “glukoz toleranslarının bozulduğu” kabul edilir. Bozulmuş açlık glukozu ve bozulmuş glukoz toleransı “gizli şeker” olarak da isimlendirilmektedir. Bu iki “prediyabetik” (diyabet öncesi) durumun ikisi de ama özellikle bozuk glukoz toleransı, hem diyabet oluşumu hem de çeşitli kardiyovasküler hastalıkların oluşması için ana risk faktörüdür.

Her ne kadar diyabetin teşhisinde kullanılmasa da, kandaki yüksek glukozun alyuvarlarda bulunan hemoglobine yaklaşık %6 ya da daha fazla oranda geri dönüşümsüz olarak bağlanması (bu hemoglobine “glikozillenmiş hemoglobin” adı verilir ve HbA1c ile gösterilir) pek çok laboratuvar tarafından olağan dışı bir durum olarak değerlendirilir. Alyuvarların ortalama yaşam süreleri 120 gün olduğu için bu değerin ölçülmesi geriye dönük üç aylık ortalama kan glukoz değerlerinin tahmin edilmesi için kullanılır. HbA1c değeri ile ortalama kan glukoz seviyesi arasında pozitif bir orantı vardır. Başka bir deyişle, kan şekeri yükseldikçe glikozillenen hemoglobin miktarı da o oranda fazla olacaktır. Çok sayıda doktor, kan glukoz değerlerinin zaman içerisindeki değişimini takip etmek için, hemen diyabet teşhisinin başlangıcında bu testin yapılmasını isteyebilir. Şu an geçerli olan düzenlemelere göre diyabet hastalarının HbA1c değerinin %7’den düşük olmasını önerilmekte ve bu değer iyi bir glisemik kontrolün göstergesi olarak kabul edilmektedir. Ancak öteki bazı kuruluşlar bu değerin %6,5 olması gerektiğini savunmaktadırlar (Pek çok hasta için, Uluslararası Diyabet Federasyonu (The International Diyabetes Federation) ve Amerikan Endokrinoloji Enstitüsü %6½’tan, ve Amerikan Diyabet Birliği ise %7’den düşük değerleri önermektedirler). HbA1c değeri bu değerlerin altında olan diyabet hastalarında retinopati ve diyabetik nöropati de dahil olmak üzere diyabetin pek çok komplikasyonunun oluşma sıklığı anlamlı olarak azdır.

Glikoz Tolerans Testi:



Şeker (Diyabet) hastalığı tedavisi


Diyabet kronik bir hastalıktır ve kesin bir tedavisi yoktur ve hem uzun vadede hem de kısa süre içerisinde ortaya çıkabilecek diyabete bağlı sorunlar için gereken tıbbi önem verilmelidir. Kan şekeri seviyesinin hem kısa hem de uzun süre içerisinde kabul edilebilir sınırlarda tutulabilmesi için hasta eğitiminin, diyet desteğinin, yeterli egzersizin ve hastanın kendi kan şekerini kontrol etmesinin olağanüstü önemi vardır. Hastalığın dikkatlice kontrol edilmesi uzun sürede ortaya çıkan komplikasyon riskinin azaltılması için gereklidir. Bu hedefe teorik olak, diyet, egzersiz ve zayıflama (tip 2 diyabet), çeşitli antidiyabetik ilaçlar (sadece tip 2 diyabet) ve insulin tedavilerinin (tip 1 diyabet ve artık ağızdan alınan ilaçlara cevap vermeyen tip 2 diyabet hastalarında) kombinasyonları ile ulaşılabilir. Buna ek olarak, diyabete eşlik eden yüksek kardiyovasküler hastalık riskini azaltmak için, diyabetli hastaların egzersiz yapmak, az sigara tüketmek ya da daha iyisi hiç sigara kullanmamak, uygun besinlerle beslenmek, diyabetli hastalar için yapılmış özel çoraplar ve ayakkabılar kullanmak ve eğer gerekliyse kan basıncını düşürmek için çeşitli ilaçlar kullanmak gibi, hayat tarzlarında yapacakları değişiklikler ile kan basıncı ve kolesterol seviyelerini kontrol altında tutmaları zorunludur.

Çoğu tip 1 diyabet vakasında, insulin tedavisi “regüler” ya da “NPH insulin” ya /ya da bir insulin analoğu ile (insulin lispro (Humalog®), insulin aspart (Novolog®) ya da insulin glulisin (Apidra®)) ya da bu insulin analoglarının insulin glargin (Lantus®) ya da insulin detemir (Levemir®) ile kombinasyonları yapılarak uygulanır. Tip 1 diyabet için başka bir tedavi yaklaşımı da insülin pompası (örneğin, Deltec Cozmo®, Animas One Touch Ping®, Medtronic Minimed®, Insulet Omnipod®) kullanmaktır. Bir tedavi yöntemi olmayan ama hastaların kendi kan glukoz seviyelerini ölçmelerine ve onlara uyguladıkları tedavinin etkinliği hakkında fikir sahibi olmalarına olanak sağlayan kan glukoz ölçüm cihazları da tedavinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bu aletleri kullanmak için hastaların bir lanset yardımıyla genellikle parmaklarından alacakları bir damla kan ölçüm için yeterli olmaktadır.


Şeker Hastalığı Kesin Tedavisi


Tip 1 diyabet için kesin tedavi :Tip 1 diyabet hastaları için henüz pratik bir kesin tedavi yöntemi yoktur. Tip 1 diyabet, görece basit bir fonksiyonu olan tek bir organın yine tek bir çeşit hücresinin fonksiyonunun bozulması sebebiyle (pankreasın Langerhans adacıklarında bulunan Beta hücreleri) ortaya çıktığı için, çoğunlukla ya tüm pankreasın ya da sadece beta hücrelerinin değiştirilmesi şeklindeki kesin tedavi yaklaşımı pek çok kez denenmiştir. Sadece pankreas ya da böbrek ve pankreasın birlikte nakli yapılıp artık dışarıdan insülin kullanmaya ihtiyacı kalmayan tip 1 diyabet hastalarının kesin tedavi oldukları düşünülebilir. Diyabete çoğunlukla böbrek ile ilgili komplikasyonlar eşlik ettiği için (diyabetik nefropati) pankreas ve böbreğin aynı anda değiştirilmesi ortaya umut verici sonuçlar çıkarmaktadır. Böbrekle birlikte pankreasında değiştirildiği vakalardaki hayatta kalma oranı, sadece böbreğin değiştirildiği vakalara benzer ya da bu orandan daha yüksektir. Ancak, nakilden sonra bu hastalar uzun süreli bağışıklık baskılayıcı ilaçlar kullanmak zorundadırlar ve vücudun nakledilen yeni organı reddetme ihtimali vardır.

Pankreası bütün olarak nakletmek yerine donörlerden izole edilen pankreas adacık hücrelerinin tip 1 diyabet hastalarının karaciğerlerine enjekte edilmesiyle yapılan adacik nakilleri de umut vadeden sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Karaciğere enjekte edilen adacık hücreleri portal vende yerleşmekte ve bir süre sonra insülin salgılamaya başlamaktadırlar. Adacık hücre nakillerinden sonra doku reddini engelleyebilmek amacıyla hastaların bağışılık sistemlerini baskılayıcı ilaçlar kullanmaları gerekmektedir.

Dışarıdan sadece beta hücrelerinin nakledilmesi deneysel olarak hem insanlar hem de fareler üzerinde denenmiştir ancak, bu tedavi yaklaşımı klinik açıdan henüz pratik değildir ve bunun kısmen de olsa sebebi beta hücre donörü (bağışlayan) kişilerin yetersiz olmasıdır. Her organ naklinde olduğu gibi beta hücrelerin nakledilmesi de bağışıklık yanıtını başlatır ve nakledilen dokuyu korumak adına uzun süreli olarak bağışıklık baskılayıcı ilaçları kullanmak gerekir. Alternatif bir teknik olarak, nakledilecek beta hücrelerini bağışıklık sisteminden izole edip koruyacak yarı geçirgen bir muhafazanın içine koyulması önerilmiştir.

Kök hücre araştırmaları da muhtemel bir kesin tedavi yöntemi olarak öne sürülmüştür. Kök hücreler pankreas adacık hücrelerinin yeniden gelişmesini sağlar ve genetik açıdan tedavi edilen kişinin bir parçası olduğu için bağışıklık baskılayıcı ilaçların kullanımını gerektirmeyebilir. Bu işlem fareler üzerinde denenmiştir ve 2007 yılında 15 yeni teşhis edilmiş tip 1 diyabet hastasının kendi kemik iliklerinden alınan kök hücrelerle tedavi edilmeleri sonucunda, bu hastaların pek çoğunda bağışıklık sistemleri baskılandıktan sonra uzun süre boyunca insülin tedavisine gerek kalmadığı gösterilmiştir.

Mikroskopik ya da nanoteknolojik tedavi yaklaşımları da araştırılmaya devam etmektedir. Önerilen bir sistemde insulin depolanmış bir implant hızlı açılıp kapanan bir valf vasıtasıyla içerdiği insulini kandaki glukoz seviyesine göre kana vermektedir. Buna benzer en az iki farklı yaklaşım canlılar üzerinde yapılan deneylerle gösterilmiştir. Bunlar benzer mantıkla kapalı devre insülin pompası görevi görmektedirler.

Tip 2 diyabet için kesin tedavi :Tip 2 diyabet için de kesin bir tedavi yöntemi yoktur. Aşırı obez diyabet hastalarına uygulanan gastrik baypass ameliyatı ile kan şekeri seviyeleri %80 ile %100 oranında normale döndürülebileceği gösterilmiştir. Bu işlemin mekanizması ayrıntılı bir biçimde incelenmiş ve sağlanan yararın basitçe işlem sonrasındaki kilo kaybına bağlı olmadığı gösterilmiştir. Bu tedavi yöntemi yakın bir gelecekte bazı tip 2 diyabet hastaları için standart bir tedavi olabilir. Bu ameliyat ayrıca aşırı obez insanların ölüm oranlarını %40 kadar azaltmaktadır. Aynı ameliyat daha az sayıdaki normal kilolu ya da hafif obez tip 2 diyabet hastasına da başarıyla uygulanmıştır.